• İÇİNİZDE BİR MAĞARA ADAMI SAKLI OLABİLİR

    İÇİNİZDE BİR MAĞARA ADAMI SAKLI OLABİLİR

    Parlak gün ışığından sonra içeri girince gözlerim kararıyor. Etrafa ve ışığa alışmaya çalışıyorum. Duvarlara tutunarak önümdeki basamakları seçiyorum ve yavaş yavaş loş karanlığa iniyorum. Hafif bir ürperti var içimde. Klostrofobi beni sarar mı diye heyecanlanıyorum , hemen kendimi sakinleştiriyorum ama ellerim merdivenin nemlenmiş trabzanına daha sıkı yapışıyor. Dışarısı çok sıcakken içerisi önce serin geliyor insana ama bir süre sonra çok da serin olmadığını aksine her tarafımın ılık bir nemle kaplandığını ve aslında bunun nefes almayı zorlaştırdığını farkediyorum.

    Şimdi içerİdeyim. Bir masal ülkesinde gibiyim ve sesim soluğum kesiliyor. Etraftaki sarkıtlar dikitler üstüste aynı yere yüzyıllarca yıldır damlaya damlaya biriken kalkerlerin yarattığı bir olağanüstülükler galerisindeyim. Aydınlatmanın kimi sarı kimi beyaz ışığında duvarların oya oya dokunduğunu görüyorum. Duvarlar ıslak, kimi yol yol yüzeyden sızan ince nemle yeşillenmiş. Elimi uzatıp duvara dokunuyorum. Elime tuz gibi ince bir tabaka bulaşıyor. Sonra "herkes benim gibi yapsa doğal doku bozulur" deyip orayı burayı elleme dürtümü bastırıyorum.

    Etrafımdaki benim gibi yerli veya yabancı turistler gülüşerek kimi zaman hayret nidalarıyla ziyaretçiler için belirlenmiş güvenli platformdan ilerliyorlar.



    Arkada kalıyorum. Arkamdan gelen yok çünkü her seferinde içeriye belli sayıda ziyaretçi alınıyor. Kapıdaki görevliye nedenini sorduğumda hem içerideki platformun çekeceği yükün hem de içerideki insan nefesinin yarattığı karbonmonoksitin ve nemin hesaplandığını öğreniyorum.Yani aslında bizler orayı gezerken hala kendi kendine inşaatı süren, oluşumu süren bir doğa olayının içinde yer alıyoruz. Belki de nefeslerimizle kimyasal olarak bu süreci hızlandırıyoruz.



    Kalabalık uzaklaşınca ben ve mağara kalıyoruz geride.Tepemdeki tavan en az 15 metre yükseklikte ama mesafelerle arası hiç iyi olmayan benim zaten burada yükseklik alçaklık derinlik kavramlarım fena halde karışmış durumda. Dakikalarca arabayla tırmandığımız dağın tepesinden şimdi dağın içine dibine doğru ilerlemek garip geliyor. Sessiz kalıp mağaranın sesini dinlemek istiyorum. Hafif bir şıpırtı...ıslak bir ses var bir yerde. Arada damlayan suyun sesini duyuyorum ama nereden damladığını farkedemiyorum. Hayranlık ve huşu içindeyim. Etrafım sarı kırmızı ve yeşilin beyazın çeşitli tonlarında kayalarla sarkıtlarla çevrili. Tavanda ve yan duvarlardaki girintilerde dalga şeklinde perdelenmiş sarkıtlara hayran bakakalıyorum.



    Bazı dikitlerin önüne küçük tabelalar konulmuş ve benzedikleri şekiller yazılmış. Bir tanesini şatoya benzetmişler,önünde "şato" yazıyor.



    Yürüdüğüm platform merdivenle buluşuyor ve daha derinlerdeki bir yükseltiye tırmanıyorum.Merdivenler ıslak sıkı sıkı tutunarak yukarı çıkıyorum. Turistler flaşlı fotoğraflar çekiyor acaba ışık bozuyor mu mağarayı diye düşünüyorum ama dayanamayıp ben de bir kaç poz çekiyorum.Mağaranın sonundaki gölün duruluğu yeşilliği fotoğraflarda görünsün diye uğraşıyorum.





    Insanoğlunun en büyük korkularından biri boşluğa düşmekse diğeri de yerin altında havasız kalmak olmalı. Ama dağcılıktan daha delice ve daha zor bir spor mağaracılık. Düşme korkusu yanında düştüğün yerin bilinmezliği ve karanlığı , karanlığın getirdiği bilinmeyenin korkusu da sarar insanı. Bacalarda sıkışıp kalmak, eklemlerinin doğal yapısı nedeniyle bir yere kımıldayamamak, karanlığın içinde galerilere girip belki de kilometrelerce uzunluğundaki galerilerde kaybolmak...bir yeraltı gölünün veya nehrinin sularında bilinmeyenin içinde...üstüne bir de suyun altında havasız kalmak ve ya malzemelerin bir yere takılma riskiyle baş etmek...

    Yazarken bile derin nefesler aldığımı farkettim şimdi.Evet kesinlikle son derece tehlikeli ve delice bir spor olmalı mağaracılık.Ama ne kadar hayranlık verici olduğu ve insanı kendisiyle hesaplaşmaya götürdüğü de bir gerçek. "Ben bu muhteşemliği yaratan doğanın yanında kimim ki" sorgulamasını ister istemez yapıyorsunuz o renk ve doku cümbüşünün içinde. Bir kere daha doğaya hayran bir kere daha doğanın mağaradaki sakin ve acelesiz gücüne hayran çıkıyorum Dim Mağarasından.

    Bu benim Alanya'daki Dim Mağarasına ikinci gelişim ve eminim ki son olmayacak. 360 metre uzunluğunda ve aslında mağaracılık açısından baktığınızda aslında çok da büyük olmayan bir mağara Dim Mağarası. Benim için Şibumi kitabının kahramanı Nicholai Hel'in Le Cagot mağarası kadar tehlikeli değil ama insanda mağara tutkusu yaratabilecek kadar tehlikeli (!) aslında. Çıktıktan sonra insanı bir suskunluk kaplaması da bu yüzden olmalı. Yıllardır tatil diye deniz kenarı ,son yıllarda yaylalar köyler bilirken ve buralarda dinlenmeye giderken birdenbire "başka gezebileceğim hangi mağaralar var" demeye başlayabiliyor insan. Yemek içmek ve serinlemek için çaya girmek arzusuyla Dim çayına gelip "mağara" tabelasından yolu yukarıya kıvırdığınızda ve Dim mağarasını dolaştıktan sonra, Dim Çayı üzerindeki lokantalar eskisi kadar cazip gelmeyebiliyor insana.

    Yavaş yavaş "mağara nedir,Türkiye mağaracılık açısından zengin mi,hangi mağaralar turizme açık" sorularının karşısında internette vakit geçirmeye başlayabiliyorsunuz. Ve hatta hiç tanımadığınız bir sualtı mağaracısıyla sohbet edecek kadar öğrenebiliyorsunuz mağaraları.Hem derin bir korku ve ürkeklik hem de şahaneye bakma arzusu çarpışıyor içinizde. En büyük korkunun korkudan korkmak olduğu fikrini hatırlayıp "acaba korkularımdan sıyrılıp bir gün şöyle basit bir mağaraya iniş yapabilir miyim" diye düşünmeden edemiyorsunuz. Insanın mağaraya inişiyle kendi içindeki karanlıklara inişini ve neye nasıl meydan okuduğunu karşılaştırıyorum içimde. Korkuya rağmen yaşamak,yaşamak korkusuna rağmen yaşamak ve bilinmeyeni yeni bir dürtüyle tehdit etmek. Çok insanca ve sadece insana özgü.

    Gelecek sene başka mağaralar üzerinden çizeceğim tatil güzergahımı. Bu sahne tozu gibi bir şey. Bir kere mağara nefesi aldığınızda,içinizdeki nem sizi başka mağaralara taşıyor galiba. Ya da ben de böyle oldu. O serin ve renkli büyüyünün...o ıslak kokunun...karanlık köşelerde biriken yeşil göllerin..sürekli oluşuma devam eden bir doğa olayının tanığı olmayı yeniden... yeniden... istiyorum.






    meraklılara link:
    http://www.dimcave.com.tr/magara.htm

    sevgilerle
    Mine Baş
    15/7/2008
 
 

Bu site Lidya.Net tarafından hazırlanmış ve yayınlanmaktadır © 1998-2012. Bu sitede yayınlanan yazılar, kaynak ve yazarı belirtilmek kaydıyla kullanılabilir.
İçerik sağlayıcı paylaşım sitesi olarak hizmet veren AnneCocuk.com adresimizde 5651 Sayılı Kanun'un 8. Maddesine ve T.C.K' nın 125. Maddesine göre TÜM ÜYELERİMİZ yaptıkları paylaşımlardan ve yazdıkları yazılardan kendileri sorumludur.
AnneCocuk.com ile ilgili yapılacak tüm hukuksal şikayetler iletişim linkinden iletişime geçildikten sonra en geç 2 (iki) gün içerisinde ilgili kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde tarafımızca incelenerek, gereken işlemler yapılacak ve size geri dönüş yapılacaktır.