• MERHAMET TAMİRCİSİ

    MERHAMET TAMİRCİSİ

    Mavi Marmara feribotu mavi marmarada ilerliyor içindeki 300 kadar bayram tatilcisiyle. Feribot yaz seferlerinin kalabalığının aksine sakin bu kez. Çoluk çocuk koşturmacası neredeyse yok. Bana bazen "sırf bu 6 saatlik Avşa gemi yolculuğu üzerine kitap yazılır" dedirten yer ve çocuk kavgaları da yok. Bir köşeye geçmiş elimizde kitaplar gazeteler, vakit öldürüyoruz ailece. Ben kimi zaman telefonla birilerine ulaşmaya çalışıyorum,kimi zaman üst güvertede bir sigara tellendirip iniyorum.

    Gazete sonunda bana kaldığında okumaya başlıyorum…Bir sayfada bir haber. İnanılmaz bir restorasyon öyküsü'nü gittikçe daha dikkatli hatta bazen satırları tekrar tekrar okuyarak hatmediyorum,içimden de eğitim sistemimize küfürler ediyorum.

    Ben ne bileyim aslında yapmak istediğim işin "sanat tarihi,arkeoloji,tarih veya restorasyon" olduğunu daha 18 yaşımda. Ben kendimi bulduğumda ve aslında ne olmak istediğimi anladığımda üniversitede 3.senemdeydim yahu! Bir bilenimiz yol gösterenimiz mi oldu. Elimizden tutup "aha bu okulda şu dersler okunur, bunlar öğretilir,buradan çıkınca şu işler yapılır" diyenimiz olmadı ki mesleğimizi bilinçli seçelim. Şimdiki neslin "orientation" programları, üniversite tanıtımları bizde vardı da biz mi almadık!

    Bu hüzünle okurken birden duruyorum. Bir sözcük var karşımda. İki kelimelik.
    Beynim susuyor, içimden tekrarlıyorum. Anlamını bilmiyorum ama benim anladığım anlamı gözlerimin önüne sadece bir "yüz" getiriyor:
    Kara kaş, kara göz, dalgalı saçlı bir kız çocuğu…benim tam aksime. Neredeyse birbirimizin negatifi gibiyiz ama bir huyumuz aynı. O da delişmen cinsten bir Galatasaraylı çocuk. Sonra genç kız, sonra eş ve şimdilerde anne.

    Okumaya devam ediyorum. "Merhamet Tamiri" neymiş diye.
    Yazıda açıklamıyor,içime merak kurdu düşüyor. Gemide internet yok ki bakayım, sabrediyorum.

    Avşaya indikten sonra ilk fırsatta bir kahveye atıyorum kendimi. Adanın meşhur ada çayını söylüyorum, internete bağlanıyorum. Yok... yok... deli olmak işten değil. Aklıma Galatasaray geliyor, her sıkıştığımda başvurduğum mail grupları. Mutlaka bir bilen çıkacaktır diye.

    Ama kimseden tam cevap çıkmıyor. Abi ve kardeşlerin verdiği restoratörler, mimarlar, hatta ahşap ile uğraşan abiler "ben bilmiyorum" ya da "yok böyle bir şey " diyorlar. Hayal kırıklığı içindeyim. Ama yazıda ismi geçen Cengiz Beşiktaş'ın aslında Mimar Cengiz Bektaş olduğu varsayımından yola çıkarak bir tesadüf sonucu ünlü Mimar Cengiz Bektaş'a ulaşıyorum. Daha doğrusu ofisindeki bir genç mimara. Derdimi üsturupluca anlatmaya çabalıyorum. "Sizin ne işinize yarayacak bu teknik terim" dese verecek cevabım yok aslında.

    "Nedir Merhamet Tamiri bilmem lazım" desem ne kadar ciddiye alınacağım meçhul. Bana öyle iyi geldi ki bu kelime…Öyle anlamlar hatırlattı ki bana…Beni nerelere götürdü bu kelime… Bilemezsiniz desem… Anlar mı acaba?

    Ama anlıyor genç hanım mimar. Hatta o da diğer abilerim ve kardeşlerim gibi merak edip araştırmaya başlıyor.

    Ve İstanbul'a döndükten sonra mimarlardan mühendislerden restoratörlerden değil de marangoz Cengiz Beşiktaş'tan (soyadı yanlış yazılmamış meğer sadece mimar değil marangozmuş ) alabiliyorum cevabı, ertesi gün de İTÜ Mimarlık fakültesindeki bir arkadaşım kelimesi kelimesine doğruluyor usta marangozun söylediklerini:

    Merhamet tamiri; ahşap bir eserin çürüyen bozulan parçalarının bütününün değiştirilerek değil, sadece o küçük kısımlarının oyularak çıkarılması, parçaların onarılarak, iyileştirilerek yerlerine takılmasıymış.
    Meğer…

    Tam da tahmin ettiğim gibi…ve kelimenin bendeki yansımasına ne kadar uyuyor,aklımda yansıyan o kara kaş,kara göz, delişmen kız çocuğuna da… "Merhamet Tamiri"

    ………………………………………



    MERHAMET TAMİRCİSİ


    -Kırılmıştın.

    -Hadi canım sadece kırılmış mıydım ?

    Gülerek

    -Tamam tamam paramparçaydın ulen.

    -Şimdi oldu…Kibarlık etme bana.

    Kalkar ve sigarasını aramaya başlar. Önce mutfakta arar, kendi kendine söylenerek banyoya doğru ilerler orada da bulamayınca kadınsı bir küfür duyulur. Içerideki seslenir:

    -Şaşkın! Sigaran burada gözünün önünde ya.

    Salona geri gelir,ayakta sigarasını yakar.

    -Of allahım kafa mı kaldı bende ya.

    Sigarasından bir nefes çeker ve devam eder:

    -Yahu farkında değil misin, ben hayatımın en zorlu anlarını yaşıyordum. Uykuya hasret kalmıştım ama başımı yastığa koyamıyordum. Hatırlasana "ne olur çabuk normalleşeyim, depresyona girme lüksüm yok benim anne olarak" diye ağlıyordum, nefes alamadığım zamanlar oluyordu ama her sabah işe gitmek ve herkese gülümsemek zorundaydım. Yüz kaslarımın felç geçireceğini düşünüyordum o günlerde… Zorlanmaktan...

    Sense hep yanımdaydın. Ya telefonun ucundaydın. Ya da "sana ihtiyacım var, dayanamıyorum" dediğimde atlayıp trene uçağa yanıma koşuyordun.

    Of ne günlerdi ya. Şimdi inanamıyorum.

    -Tamam hayatım geçti bitti, kolay günler değildi ama bitti işte. Bak sapasağlam ayaktasın. Ve inan sen çok güçlü bir kadınsın hatta sen benim tanıdığım en güçlü kadınsın. Beraber yaşadık ama asıl yaşayan sendin ve ayağa kalkan da "sen" oldun.

    -Ayağa kalkan bendim ama kaldıran sendin be canımın içi. "Merhamet tamiri" yaptın bana

    Şaşkın ama aynı zamanda duyduklarından gururlu bir ifadeyle

    -Ne yaptım pardon?

    Sonra gülerek:

    -Anlamadım ama kötü bişi yaptıysam özür dilerim.

    Diğeri önce dayılanarak sonra bilmiş bilmiş

    -Dalga geçme arkadaşla… Merhamet tamiri şekerim.

    -Nasıl yaptım bunu bilmeden? Kahkaha atar

    -Sonradan çok düşündüm… Nasıl iyileştim ben diye. Yaşadıklarımı gözden geçirdiğim günlerde farkettim.

    Sen… Sürekli konuştun benimle. Yaşadıklarımı kanıksayana ve sıradanlaştırana kadar sürekli anlattırdın,dinledin. Kimi zaman hiç yorum yapmadın. Ezik büzük parçalarımı, kırık dökük taraflarımı, çürüttüğüm anılarımı oydun çıkardın. Tamir ettin merhametle. Tekrar yerine koydun özenle. Yani Merhamet tamiriyle tamir ettin beni.

    Gerçi kimi zaman bir dövmediğin kaldı beni. 15 senenin üstünden geçtik. Herşeyimi, yaşadıklarımın her anını didik didik ettik seninle. Onca seneye bir o yandan baktık, bir bu yandan. Bir benim açımdan, bir onun açısından. Bir o suçlu çıktı, bir ben. Zaten ortada iki kişi varsa tek bir suçlu olamaz değil mi?

    Sonra ne farkettim biliyor musun? Biz bunu birbirimize yıllardan beri yapıyoruz. Galatasaray günlerimizden beri. Küçüklüğümüzden beri.

    -Biz küçüktük, dertlerimiz küçüktü ama biz daha büyük dert yok sanırdık dünyada. Ne manyakmışız. Hatırlasana Orhan için az üzülmemiştin.

    -Haklısın Orhan beni Derya için terkettiğinde 6. sınıftaymışız. 6. sınıfta aşk mı olurmuş, şimdi benim kızım yapsa bacaklarını kırarım namıssızın!

    Kahkahalar patlar birden, devam eder:

    -Geçenlerde hatırladım yine. Tüm kızlar birleşip Orhan'ın aşağıki okula geldiği Çarşamba günleri beni süsleyip püsler saçlarımı kağıtlarla kıvırırdınız. Bir oyun halini almıştı bu. Başrolde pişman olduğu itiraf ettirilecek ve geri dönünce kıçına tekme atılacak Orhan ve ben Mağdure bacı…Bizim devrenin adamı bizim kızlardan birini nasıl büyük bir sınıf kızı için terkeder… dırınınınnnnn

    Gülerek…

    -Çocuğun canına okuduk yahu!

    -Ama başardık değil mi? Her hafta geceden birilerinden ödünç alınarak kombinasyonu yapılmış son moda kıyafetler hazırlardık. Orhan gelince beni görebileceği yerlerde onu görmemezlikten gelip birileriyle dolanır dururdum. Gayet cool tavırlarla bahçede salınır, frizbi falan oynardım. Sonunda Orhan bey tufaya geldi ve bu sefer Derya'yı terk etti. Gelip benden özür diledi ve tekrar çıkmak istediğini söyledi… ama ben ne yaaaptıım.

    Kahkahalarla

    - Ne yapacaksın be canım,red ettin.. Oh olsun sana dedin ve özrünü de kabul etmedin.

    -Ne komikmişsiz değil mi? İntikam soğuk yenir ya, o zamanlardan biliyormuşuz. Vay be!

    Durup düşüncelere dalarlar.

    -Biliyor musun, bütün ilişkilerimde buna inandım ben. Giden geri döndürülebilir sandım. Başkalarından ödünç kıyafetler olmasa da başkalarından ödünç ruh halleriyle çıktım karşısına benden gidenin. Ben benlikten çıktım böyle zamanlarda. Dünya umrunda olmayan kadını oynadım. Oysa içimden boynuna atlamak geldi gidenin, hep kendimi tuttum. Ve ne garip değil mi? Bana tek dönen 12 yaşımın sevgilisi 12 yaşındaki Orhan oldu.

    İkisi de susar.

    -Bana bak! Gidip Orhanı bulmaya ve "hayatımın tek erkeği senmişsin,ben kıymetini bilememişim aslanım" demeye kalkma sakın emi.

    Kahkaha atarlar

    -Ay yok ayol, kel ve göbekli bir adam olmuş Orhan… Onu kim ne yapsın artık.

    Tekrar kahkaha patlar salonda

    -Canımcım be, meğer hepsi nankörmüş bu erkek milletinin. Aslına bakarsan Orhan önce beni terk etti sonra da Derya'yı. Olan hep kadınlara oluyor değil mi?

    -Kahve yapalım mı,içer misin?

    -Evet iyi olur tatlım. Yanında atıştırmalık kurabiye falan var mı?

    -Olmaz mı?

    Ellerinde kurabiye tabağı ve kahve kupalarıyla salona dönerler:

    -Ne tamiri demiştin biraz önce?

    -Merhamet tamiri

    -Güzel sözmüş, yani ben senin "merhamet tamircin"im öyle mi?

    -Evet ben de senin

    -Doğru söylüyorsun. Sen de az uğraşmadın benimle Burak'tan ayrıldığımda. Ben aşkımızın sonu evlilik olacak sanıyordum. Yaş 17, düşünsene! Nereye evleniyoruz yahu! Benim oğlanlar bana gelse 17 olduk evlenecez deseler ben de onların bacaklarını kırardım.

    Bizim kuşak fazla aşk filmi mi seyrediyordu ne?
    Hayatı Türk filmi mi sanıyorduk ? Meğer dalga geçtiğimiz film karakterleriymişiz hepimiz.
    Aslında itiraf edelim ki hepimiz salakmışız o yıllarda.

    -Valla öyle…

    - Canım ciğerim …sadece aşk yanılgı ve yenilgilerinde değil…Hayatta hep birbirimizi tamir ettik biz. Hayata tamirlerle tutunduk hep. 11 yaşındayken yatakhanede korktuğumuzda yan yatağa elini uzatman yeterliydi elele uyuyabilmek ve koca tavanların gölgelerinin yarattığı korkulardan kurtulabilmek için.

    - Hastalıklarda, iş yaşamında tökezlediğimizde, hayatla başa çıkamayacak kadar güçsüzleştiğimizde… yine sadece elimizi uzatmak yeterli oldu. Bildik ki tamir edenimiz var. Bildik ki en saçma korkularımızı bile yargılamadan umursayanımız var.

    İşte bu yüzden…merhametini ve sevgini benden esirgemediğin için…hayatımda olduğun için…ve hep olacağın için…kan bağı olmayan kardeşim olduğun için…teşekkür ederim.

    -Hadi len…ağlamayacağım işte,zorlama…Sadece burnum akıyor.. nezle olmuşum…

    Karşılıklı bakışırlar ve bir kahve daha içmek ve hayatlarına giren çıkan son erkekleri, belalı müdürleri, dedikoducu arkadaşları konuşmak üzere mutfağa doğru ilerlerler.

    Yüzlerinde sıcak bir gülümseme vardır,birbirilerinden gizledikleri…Bu hayatta sırtımı dayayabileceğim bir var' duygusunun yarattığı güvenden kaynaklanan bir gülümseme… Merhametli bir gülümseme.

    ……………………………

    Bu yazı gerçekten de hayatımda var olan, kan bağı olmayan kızkardeşime yazılmıştır.

    Ona ithafen…

    Galatasarayın 11 yaş korkularından başlayıp günümüzün 41 yaşına kadar ara vermeksizin, tüm uzaklıkları yenerek, tüm engelleri aşarak bugüne kadar getirdiğimiz 30 senelik dostluğumuza ithafen…

    Yani… Zekiye'ye İthafen…

    Senelerden beri ilk kez ve ilk kez kutlayamadığım geçmiş doğum gününe hediye olarak…


    Mine Baş
    16 Aralık 2008

    Not:Yazıda sözü geçen Orhan, Derya, Burak…hayal mahsülüdür.
 
 

Bu site Lidya.Net tarafından hazırlanmış ve yayınlanmaktadır © 1998-2012. Bu sitede yayınlanan yazılar, kaynak ve yazarı belirtilmek kaydıyla kullanılabilir.
İçerik sağlayıcı paylaşım sitesi olarak hizmet veren AnneCocuk.com adresimizde 5651 Sayılı Kanun'un 8. Maddesine ve T.C.K' nın 125. Maddesine göre TÜM ÜYELERİMİZ yaptıkları paylaşımlardan ve yazdıkları yazılardan kendileri sorumludur.
AnneCocuk.com ile ilgili yapılacak tüm hukuksal şikayetler iletişim linkinden iletişime geçildikten sonra en geç 2 (iki) gün içerisinde ilgili kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde tarafımızca incelenerek, gereken işlemler yapılacak ve size geri dönüş yapılacaktır.