• Pullu simli bir tebrik kartı gibi...

    Yılların henüz bu kadar hızlı geçmediği ve henüz alemce sanallaşmamış senelerdeydik. İlkokulda çocukların pamuktan kar yaptığı , üstüne sim dökerek kart hazırladığı, henüz evlerde yılbaşı çamlarının bulunmadığı, Tv’lerde dansözlerin çıktığı, Zeki Müren’in hayatta olup yılbaşı 24.00’ünde hangi kostümle sahneye çıkacağının tartışıldığı yıllardı. “Pijama, terlik, televizyon” esprisi yeni çıkmıştı ve herkes yılbaşında P.T.T ile yılbaşına girerdi. O zamanlar gece kulüpleri yoktu, clubber’lar henüz doğmamıştı, zengin yılbaşısı deyince aklımıza Maksim Gazinosu gelirdi. Birbirimize facebooktan sanal hediyeler, e-card’dan sanal kartlar değil gerçek hediyeler alırdık. Evlerimize postacılar “Yılbaşı tebrikleri” getirirdi. Tebrik kartları pullu simli olurdu. Arkasında gönderen dost el yazısıyla ailece yeni yılımızı kutlar, esenlikler dilerdi.

    Bukle saçlı, kısacık boylu, o zamanlar 17 yaşında şimdiyse artık yaşamadığı için hala 24 yaşında kalan Galatasaraylı sıra arkadaşım Balgın, devrimci parkasıyla yılbaşı öncesinde belediyeden kiraladığı yerde tebrik kartı satardı. Tam Taksim postanesinin önüne yerleşir, arada soğuktan uyuşan ellerini nefesiyle ısıtmaya çalışarak, bir aşağı bir yukarı yürüyerek, saatlerce o tezgahta üç kuruş kazanmak için didinirdi. Kahretsin ki para için de değildi uğraşısı…Doktor babanın “biricicik” güzel kızı, kendi devrimini yapmak için didinirdi. (Bugün ve bu sene kendime sorduğum sorulardan biridir, kişisel devrimim. “Sen becerebildin mi kişisel devrimini, kendi aydınlığının neresindesin bu yaşında” diye… Cevaplarım oldukça umut verici neyse ki.)

    Yılbaşı öncesi hafta sonuna denk düşmüşse evden bir bahaneyle çıkar Taksim’in yolunu tutardım. Tezgaha gelir, Balgın biraz dinlensin diye tezgaha geçerdim. İlk bir iki sessiz denemeden sonra benim de sesim yüksek çıkmaya başlardı. “Arkadaşlarınıza yeni yıl tebriği alın…En güzel kartlar bizde…” Balgın benim utangaç hallerime bakıp gülerdi. Balgın’a “kızım babam beni bu tezgahta görse elde ayakkabı bizim okula kadar kovalar beni, gülme, bak satmam tebrik mebrik” derdim. Bir çay kapıp gelirdi, iki sigara yakar, ellerimizi bu sefer çay bardaklarında ısıtmaya çalışırdık. Akşam eve döndüğümde yüzüm gözüm tebrik kartlarının simlerine bulanmış olurdu.

    Bir gün ben hızımı alıp artık daha gürleşen sesimle “yılbaşı kartlarıııı” diye yırtınırken avaz avaz, gözümün ucuyla gördüğüm bir adam geldi, tezgahın önünde durdu. Elimde sigara döndüm ve babamla karşılaştım. Balgın da, ben de donduk.“Kaça bunlar” dedi babam, sesim titreyerek cevap verdim, “ucuza satıyorsunuz çocuklar” dedi.3-4 tane kart aldı ve bütün bir para uzattı. Biz parayı bozalım derken, “akşama eve geç kalma, Balgını da yemeğe getir” diyerek döndü gitti.Afallayıp buz kesmiştik ama sonra hep yaptığımız gibi kahkahalara boğulduk. Akşama kadar ne çok kart sattık o gün. Akşam yemek sofrasında babam anneme keyifli keyifli anlatıyordu, bizse sızlayan ayaklarımızın derdindeydik Balgın’la…
    Devrim acı çekmeden devrilmiyormuş meğer!

    Şimdi geldik global çağlara…Artık alem sanal olmuş, hediyelerimiz bile facebooktan.Yılbaşında tebrik kartı gönderen bir tek Oğuz ağabeyim kaldı. Aslan abim! En son kimden mektup aldığımı hatırlamıyorum. Hani zarflı ve üstü pullu olanlardan.Ben de artık eskiden her yaz tatilinde 10-12 sayfa yazarak Galatasaraylı sınıf arkadaşlarıma gönderdiğim mektupları yazmıyorum. Mektubu bırakın, elim kalem tutmuyor nice zamandır. Oysa öğretmen annem ne uğraşmıştı kızının inci gibi yazısı olsun diye…
    Klavyeye kaptırmışım el yazımı, hükümsüzdür!

    Bayramlarda da kart gelmiyor artık kimseden. Tamam ağaçları kurtarıyoruz ne güzel ama sevgi dokunulası bir şey değil mi? Tebrik kartı seçtiğiniz günleri hatırlayanınız var mı? Biz ailece seçerdik, yazardık kartlarımızı. Annemle çarşıya çıkar, kart tezgahından ayrı ayrı kartlar seçerdik. Evde masanın başına oturur, hangi kartı kimlere göndereceğimize karar verirdik. Sonra hepimiz el yazımızla kartın minicik göğsüne birer birer dokunurduk. Ben hızımı alamayıp renkli mektup kağıtlarında devam ederdim yazmaya. Sonra Unicef kartları ve mektup kağıtları girdi hayatıma. Hangisini seçeceğime karar veremeyip çeşit çeşit mektup kağıdı almışlığım vardı o günlerde. Bugün kızıma söylesem “mektup kağıdı nasıl bir şey anne” der.
    Acaba mektup nedir biliyor mu benim kızım?
    Bakın bir tuhaf oldum şimdi!

    Dünya öyle bir hale geldi ki, İsrail Bakan yardımcısı twitterdan beyanat veriyor. Şirketler facebook sayfasında. Hepimiz her an ulaşılır, her yönden kuşatılmış haldeyiz…Cep telefonumuz, bir kaç e-mailimiz, facebookumuz, msn’imiz, myspacemiz…twitterlarımız var…Ve daha benim bilmediklerim. Kaçıp saklanmanın imkanı yok. Hepimiz fazlasıyla kalabalıklaşmışız. Cep telefonumuza arama bırakana, e-mailimize mail atana cevap vermeyince hesap sorulur haldeyiz.

    -Seni aradım bana dönmedin.
    -Evet dönesim yoktu
    -Allah allah hayırdır? Neyin var?
    -Kalabalığım var. Kaçasım var. Ama yakalanıyorum her seferinde.
    -Anladım ben seni! E kızım kapa o zaman telefonunu.
    -Kapayamam.Çare değil artık. Bitti o özgür günler. Kapasan bile açtığında kim seni ne zaman aramış haber veriyor bu namıssız aletler.
    Mesajların bir bir düşüyor ardından.
    -Oldu canım. Sen depresyondan çıkınca bana bi mesaj at. Ben dönerim sana.


    Teknolojiye bayılıyorum, hayatımın her anında, her yanımda ama kendimi kuşatılmış hissediyorum bazen. Size de oluyor mu? Sanal ortamlarda kutlanan özel günler de içine işlemiyor sanki insanın. Özel değil de sıradan hissediyor kendini insan.

    Oysa bazen dokunulası şeyler istiyor insan. Dokunulası, bakılası, koklanası, okunulası bir şeyler…

    Dosttan gelmiş bir şeyler…
    El yazılı bir şeyler…
    Ayna kenarında veya çekmecede saklanası bir şeyler…

    Bir mektup gibi…Ya da… Yıllar önce donmuş ellerimle sattığım pullu simli bir tebrik kartı gibi…

    Mine Baş
 
 

Bu site Lidya.Net tarafından hazırlanmış ve yayınlanmaktadır © 1998-2012. Bu sitede yayınlanan yazılar, kaynak ve yazarı belirtilmek kaydıyla kullanılabilir.
İçerik sağlayıcı paylaşım sitesi olarak hizmet veren AnneCocuk.com adresimizde 5651 Sayılı Kanun'un 8. Maddesine ve T.C.K' nın 125. Maddesine göre TÜM ÜYELERİMİZ yaptıkları paylaşımlardan ve yazdıkları yazılardan kendileri sorumludur.
AnneCocuk.com ile ilgili yapılacak tüm hukuksal şikayetler iletişim linkinden iletişime geçildikten sonra en geç 2 (iki) gün içerisinde ilgili kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde tarafımızca incelenerek, gereken işlemler yapılacak ve size geri dönüş yapılacaktır.