Kaynak: Elele

Çoğu kadının en ateşli, en deli çağı olan ilk gençliğini yeni deneyim*ler, yeni insanlar, türlü çılgınlıklar ve tabii fırtınalı aşklar süsler. Tec*rübesizliğin verdiği cesaretle farklı heye*canlar peşine düşer, kendimizi ve hayatı daha yakından tanımaya çalışır, anne babamızla bitmek tükenmek bilmeyen çatış*malar yaşar, adım adım değil koşarcasına yaşamanın tadını çıkarmak isteriz. Yıllar sonra geçmişimize bakıp onu tamamen ob*jektif bir gözle değerlendirmeyi başardığımız bir yaşa gelince görürüz ki, bazı üzün*tüleri, acıları, yenilgileri ve bunalımları yaşamasak da olurmuş. Asla dert etmeye değmeyecek şeyleri dert etmiş, kendi*mizi hayallere kaptırmış, sonra da derin hayal kırıklıkları ve bunalımlar arasında kaybolmuşuz. Aslında pişmanlıklarımızı düşünüp üzülmemiz de yanlış. Çünkü hayat zaten bitmeyen bir öğ*renme süreci ve belki bugünkü ha*talarınız da yarınki pişmanlıklarımızın kaynağı, insan düşünmeden edemiyor: 18 yaşında bunları bilseydik, aca*ba yaşamdan daha fazla mı keyif alırdık?

Hayatın planlanamayacağını: 24-25 yaşında okul bi*ter, işe girilir, 27 yaş evlen*mek için idealdir, 30'ların başında bir çocuk sahibi olunur, 30’ların ortalarında ikinci doğar, sonra da evle iş arasında seyreden ve sanki sonsuza kadar uzanıyormuş gibi görünen rutin bir süreç başlar. 18 yaşında herkesin böyle yaşadığını, dünyanın kuralının bu olduğunu sanırdık. Oysa hayat sürprizlerle dolu ve bu sürprizler bir gün bizi de bulabilir. Farklı ve klasik kalıpların dışında bir yaşam tarzına sahip olabilir, karşımıza çıkan farklı alternatifleri değerlendirebilir, biraz cesaretle sürünün dışına çıkabiliriz. Hayat plan değildir, ama biz bunu çok geç öğreniriz.

Hayallerimizin erkeğinin sadece hayallerimizde var olduğunu: O yaşta kafamızda mükem*mel erkeği şekillendirmiş olmamızın yanlış olduğunu söyleyecek değilim ama galiba o erkeğin gerçek hayatta var olmadığını çok geç ve bir dizi acı deneyim sonucu öğren*mek zorunda kaldık. 18 yaşında karşımıza çıkan her erkekte aradığımız özellikleri bulacağımızı umar ve bu arayışın bedelini ge*nellikle gözyaşlarıyla öderdik. Aslında genç bir kadına dönüştükten sonra da pek bir şey değişmedi: O 18 yaşındaki saf ve iyim*ser kızı içimizin bir köşesinde hala yaşatı*yor, gizliden gizliye ideal erkeği arıyoruz. Fakat gerçeği reddetmek faydasız: Kafa*mızdaki kriterlerin yarısına uyan bir erkek*le karşılaşırsak ona mükemmel diyebiliriz.

Bilmemenin ayıp olmadığını: İlk gençliğimizde bizim için en önemli şey, kendimizi çevremize kanıtlamaktı. O yüzden de bilme*mek, daha da kötüsü bilmediğini itiraf et*mek durumunda kalmak en büyük kabustu. Böyle durumlarda yeteneksiz, aptal, be*ceriksiz ve zavallı olduğumuzu düşünüp ay*nı sahneyi gözümüzün önüne defalarca ge*tirerek kendimize işkence ederdik. Oysa şimdi görüyoruz ki bir insanın bilmedikle*rini dile getirmekten çekinmemesi, aslında bildiği şeylerin de olduğunu ve özgüvenini ortaya koyuyor. Asıl gençken fikir sahibi ol*madığımız bir konuda öyleymiş gibi yapmak bizi aptal durumuna düşürüyordu.

Özgürlüğün sorumsuzluk anlamına gelmedi*ğini: Çoğumuzun gençlik hatalarının en vahimlerinden biri de sınırsız özgürlüğe olan derin inancımızdı. Bunun boş bir inanç ol*duğunu mücadele ede ede, yıprana yıprana öğrendik ve artık biliyoruz ki hepimizin hayata, mesleğimize, ailemize, arkadaşlarımıza, sevdiğimiz erkeğe ve tabii kendimize karşı birtakım sorumluluklarımız var. Bel*li bir yaştan sonra sonuçlarını düşünme*den, canımızın istediği gibi hareket etmenin olumsuz sonuçlarına da yine biz katlan*mak zorunda kalıyoruz ve kendi kendimi*ze şöyle diyoruz: Keşke asıl önemlisinin insanın iç özgürlüğü olduğunu 18 yaşında da bilseydik... O zaman belki çok daha özgür olmayı başarabilirdik.