bu yazıya habertürkte rastladım.
ve çok beğendim.
ben de defalarca refakatçi oldum hastanelerde.
aynı görüşleri paylaşıyorum.
allah düşürmesin..o ayrı ..
ama biz refakatçiler olmasa ne yapardı hastaneler cidden?
--------------
Hastanelerin kölesi “refakatçılar”
Şimdi bana hain, bizi satıyorsun diyecekler. MUTLAKA OKUYUN
Artık tıpta ameliyat komplikasyonu nedeniyle hasta kaybetmek devri kapandı diyorsanız, size “fena halde yanılıyorsunuz “ diyeceğim. Zira bu sorun gelişmiş ülkelerin aksine bizde giderek artıyor. Sakın bu komplikasyonların ülkenin geri kalmış bölgelerinde bulunan devlet hastanelerinde olduğunu sanmayın. En büyük şehirlerimizde ilim irfanın beşiği olan üniversite hastanelerinde bu sorun giderek tırmanıyor. ‘Nereden çıkardınız hangi veriye dayanarak bunu iddia ediyorsunuz’ diyenlere yanıtım da çok manalı olacak. Hani, Selim Edes’in tarihe kazınmış “Rüşvetin belgesi mi olur....?” cümlesine bezer şekilde “tıpta komplikasonu ortaya koyacak bir belgeye kim rastlamış ?”, başka bir anlatımla, böyle bir belgeyi öyle kolay kolay ele geçiremeyeceksiniz demek istiyorum. Zira kimileri ne yapar ne eder, bu bilgi ve belgeleri yok eder. Sonunda kabahat hastanın ya da hasta yakınının başında patlar.
Hasta yakını ne demek? Bizdeki kod adı ”refakatçi”
Biliyor musunuz.? Bu birçok şeyde olduğu gibi bize özgü bir şey, yurdum insanının bulduğu bir meslek. Çünkü bir hastanız varsa artık siz onunla hastaneye gideceksiniz onunla yatıp kalkacaksınız, kısaca bir süre işinizi veya mesleğinizi unutacaksınz. Size ‘Sen kimsin?’ diye hastanede sorduklarında cevabınız hemen hazır olmalı “ben refakatçıyım.” Bir kısmının bunu ispat etmesi için boynuna bir yafta asması hatta özel renkli bir kıyafet giymesi gerekebilir. İşte o zaman akan sular durur ‘Yeni mesleğiniz’ hayırlı olsun.
Sivil giysiler içersinde uzaktan sizi gören “bu kişi burada işe yeni mi başladı” diye düşünebilir. Refakatçının ücretini kim verir. O ücretini doktorun lütfedip de ağzından dükülecek iyi bir haber duyduğunda alır sadece. O hastaya bağlılığı adına, hastanede sürünen yatağı olmayan bir yerde kıvranarak geceyi geçiren bir ‘yaratık’tır sadece!
‘Refakatçı nedir, ne işe yarar’ diye merak ettiniz değil mi? Evet bu kişi; bir hocanın veya asistanının çekinmeden yere attığı mikroplu pansuman bezini toplar, elinde paspas yerleri siler, hastasını sedyeyle röntgene bozuk değilse tomografiye götürür, hastanın altını temizler, yemeğini yedirir, nedense hastanede hiç bulunamayan fakat daima hemen karşı eczanede bulunan ilaçları ne yapar ne eder bulur, gece yarısı bozulan bir tıbbi aletin parçasını araştırır. Refakatçının görev tanımı sadece bunlarla sınırlı değil elbette !.
O her şeydir . Hastaya güler yüz gösteren sadece odur. Hastanın fenalaştığına yeniden ameliyata alınmasına karar veren de odur. Diyaliz sıvısını bulan ve nedense daima yedekli çalışmayı prensip edinen sağlıkçıların bitmez tükenmez isteklerini yerine getiren de o dur. Onu bulmak çok kolaydır. Kafanızı uzatın, onu hemen yanıbaşınızda bekliyor bulabilirsiniz. Zaten içeriden çağrıldında, o, yani refakatçı benim deyişimle “hastanenin kölesi” orada değilse yandı demektir. Kim yanar? Önce hasta yanar. Sonra zaten hastasının durumuna hiç durmadan içi yanan refakatçı. Halbuki, o eline tutuşturulan bir aletin tıkanan ek ünitesininin peşinde olabilir, en az 5 hastaya yetecek kadar istenmiş ilaç, eldiven, su bardağı, enjektör vs bulmaya çalışıyor olabilir. Ama kimin umurunda ! Refakatçının hem şansı olmalı hem de parası. O bir yandan güçlü kuvvetli de olmak zorunda. Zira kendisine verilen alım emri gereğince o kocaman ağır kolileri ite kaka kimse yardım etmeden o taşımak zorundadır. Ve servisin hasta bakıcılarının daima işi vardır.Başka bir görevlinin o servisin işine burnunu sokması da yasaktır.
İnanmıyacaksınız belki ama refakatçılar olmazsa hastanelerin durumu kim bilir ne olur! Bir de ben refakatçılık kavramının olmadığı Avrupa Birliği yolunda ilk olarak bu kutsal müessesenin kadırılması için ukalalık ediyorum. Doktorlar, şimdi bana hain, bizi satıyorsun diyecekler. Desinler ben anlatmaya devam edeceğim. Sonraki yazımda bir örnek olması adına, Marmara Üniversitesi'nde ameliyat komplikasyonu sonucu kaybedilen bir hastanın başına gelenleri anlatacağım. Sana ne, senin neyin olur? derlerse “ Çocuklarımın annesiydi “ diyeceğim.
Prof.Dr.Turgut Göksoy