Bugün sizi Ani Batmaz'la tanıştıracağım.

43 yaşında.

Güzel, alımlı, hoş bir kadın.

Evli, bir çocuğu var.

Rumelihisarı'nda oturuyor.

Abdi İpekçi'de bir mağazada yönetici.

Girizgah bu kadar.

Olayı hiç süslemeden, dümdüz anlatmak istiyorum çünkü...

*

Bir perşembe günü. Mağazasını kapatıyor. Evine gitmek üzere
Abdi
İpekçi'de
taksi bekliyor.

- Taksiiiii!

Açık sarı bir Lada, önünde duruyor.

Ani, siyah güneş gözlükleri takmış, beyaz saçlı taksi
şoförüne
şöyle
bir
bakıyor ve geçiyor sağ arka koltuğa otuyor.

- Rumelihisarı'na lütfen! Ortaklar Caddesi'nden gidelim...

- Orası, bu saatte kalabalıktır hanımefendi. Osmanbey'den gidelim...

- Peki.

Osmanbey ışıklarda, sağ arka camın kendiliğinden açılıp kapandığını
fark
ediyor. Yanlışlıkla kolum mu değiyor acaba diye bakıyor.
Yooo.
Camı
indirmek
için ne bir kol ne de herhangi bir mekanizma var. Ama cam
hálá
bir
aşağıya
iniyor, bir yukarı çıkıyor...

- Ne oluyor? diye soruyor.

Cevap:

- Sizi rahat ettirmek istiyorum hanımefendi...

- Nasıl yani? Bu camın açma kapama düğmesi yok mu?

Var diyor taksici ve önde vites kolunun yanında duran
çeşitli
butonları
gösteriyor.

- İsterseniz, eğilip buradan açıp kapayabilirsiniz...

Allah Alah bu nedir şimdi?

Nasıl bir şey bu?

Garipsiyor.

Ama üstelemiyor.

- Yok hayır, kapalı kalsın!

*

Işık yeşile dönünce taksi, tekrar hareket ediyor.

Ani, şoförün pis pis sırıtan ve kendi kendine bir şeyler mırıldanan
halinden
rahatsız.

Oralı olmamaya çalışıyor.

Dışarı bakıp, dikkatini dağıtmak istiyor.

O arada fark ediyor ki, şoför dikiz aynasını kullanarak
sürekli
ona
bakıyor.

Tedirginliği artıyor ama yine de sesini çıkarmamayı tercih ediyor.

Şimdi akşam akşam bir arıza çıkmasın...

*

Ani'nin istediği bir an önce eve ulaşmak.

Ama Mecidiyeköy trafiği bir felaket.

Nasıl sıkışık, nasıl sıkışık.

Diyor ki, ''Keşke Ortaklar'dan gitseydik...''

''İsterseniz buradan saparız'' diyor taksici.

Ve bu cümleden hemen sonra kemeriyle oynamaya başlıyor.

Ani şaşkınlık içinde...

Ama adam durmuyor.

Yüzündeki o pis ifade hiç kaybolmadan, pantolonunun
fermuarını
indiriyor.

Ani'nin gözleri büyürken adam devam ediyor.

Ani artık panik içinde.

- Ne yapıyorsunuz! diyor.

Hiçbir cevap alamıyor.

Birazdan bütün pantolon açılıyor.

Ne var ne yoksa ortaya çıkıyor.

Müthiş bir iğrenme ve aynı anda korku!

Arabada bir sapık var.

O sapık, arabayı kullanıyor.

Arabanın camları ve kapıları kapalı!

*

Daha yüksek sesle:

- Lütfen durdurur musunuz şu arabayı. Ben inmek istiyorum.

Yine bir cevap yok.

Bundan daha berbat bir durum olabilir mi?

İnemiyorsun, gidemiyorsun, cevap alamıyorsun,
konuşamıyorsun,
bir
ruh
hastasıyla şehrin ortasında, bir arabada kilitlisin. Elin
kolun
bağlı
başına
gelecekleri bekliyorsun.

Gerçi, Ani beklemiyor...

Birden cama hamle edip ''İmdat!'' diye bağırarak vurmaya başlıyor.

Tam o sırada, olacak bir şey değil, şans eseri bir ekip
arabası
orada
duruyor. Üç polis. Polisler Ani'yi görmüyor. Ama o camlara vurmaya
devam
ediyor. Bu arada şoför de, polislerin onu gördüğünü
zannettiği
için
korkudan
''trak'' diye kapıların kilidini açıyor.

Ani, bir saniye sonra kendini akan trafiğin otasında yerde buluyor.

Koştur koştur, polislere gidiyor.

Canhıraş bir biçimde:

- Şu taksiyi durdurun, şu taksiyi durdurun...

Ne var ki polisler, ''Hanımefendi önce siz durun. Ne oldu anlatın''
diyor.
O
arada açık sarı Lada, İstanbul trafiğinde kaybolup
gidiyor...

*

Polis, Ani'nin anlattıklarını dinliyor. İfadesini alıyor.

Sizi arayacağız hiç merak etmeyin diyor.

Arayan olmuyor tabii.

Allah'tan son anda sapığın plaka numarasını almış Ani:

34 TDF 74.

Ve bu adam şu anda İstanbul sokaklarında dolanıp duruyor.

*

Peki bir şey yapmadı mı Ani?

Ben de aynı soruyu sordum.

''Evet yaptım'' diyor, ''Kocamın, adamın ağzını yüzünü
kırmasını
engelledim!
Kaba kuvvet bir şeye yaramaz ki.''

İşyerindeki yöneticileri ise, eşinden daha sakin olmaya çalışıyor ve
şöyle
bir çözüm buluyor:

''Adamı çağıracağız buraya. Aynı anda polisleri de
çağıracağız. Yüzleştirilecek. İfadesi alınacak. Cezası neyse
çekecek.''

Gerçekten de adamı çağırıyorlar.

Açıkhava Tiyatrosu'nun karşısındaki köftecinin önünde
dururmuş
hep
o
taksi.
Adam geliyor. Fakat emniyet, ''Boşuna bekletmeyin, şu an
yapabileceğimiz
bir
şey yok. Savcılık kararı gerekiyor'' diyor.

Sapık taksiciye, gelip beklediği için, mükafat niyetine bir
de
üstüne
para
verip gönderiyorlar.

*

''E o zaman savcılığa gitseydin?'' diyorum.

''Düşündüm'' diyor.

''Hatta niyetliydim. Ama bir avukat arkadaşım, yorulacağına değmez
dedi.
Savcılığa gideceksin, on tane dava açılacak ve inan bana
eline
hiçbir
şey
geçmeyecek. O diyecek ki: Yalan böyle bir şey olmadı! Sen
ispatlayamayacaksın. Canını sıktığınla kalacaksın. Sinir
harbi yaşayacaksın!''

*

İşte böyle bir metropolde yaşıyoruz.

Tacize uğruyorsun.

Hakkını aramanı tavsiye bile etmiyorlar.

Ama gerçek ne biliyor musunuz?

Gerçek şu:

Bu şehirde hasta, sapık bir taksi şoförü var. Her şeyi
belirli.
Şu
anda
bile, bu şehrin bir yerlerinde dolanıp duruyor ve
birilerini,
belki
de
sizin
yakınlarınızı taciz ediyor...

Ne yapılması gerekiyorsa lütfen siz karar verin.

Çünkü benim kalemim bu noktada bitti.

ayşe arman