Mutfak kapısının önündeydim. Yatak odasının kapısına doğru yaslandım bir iki adım sonra. Bu iki adımda 57 yıllık bir ömür geçiverdi önümden.
“Çok hasta.” Dedi. Adı söylenmeyen hastalık daha da kötü yapıyordu sanki o cümleyi. “Çok hasta.” Artık kanser için kullanılan bir cümleydi çünkü…
O an yıkılıp yere düşeceğimi sandım.
Ama düşmedim.
Belki düşsem, gözümü tekrara açıp ayağa kalktığımda hayal olduğunu anlardım(!).Ama düşmedim.
Düşmedim ve bu düşmeme onun hayal olma ihtimalini bir anda sıfırlayıverdi. Onunla ortak geleceği olan herkesin hayalleri de sıfırlanmıştı o anda. Çünkü artık onun geleceği şu andı.
Geçmişi geçti.Şimdisi dün.Geleceği yarın belki sadece bugün!...
İki gün boyunca hiçbir yakınıma söylemedim. Sanki söylesem daha gerçek olacaktı. Ağladım. Gizli gizli ağladım iki gün. Unutup unutup da tekrar hatrıma geldiğinde ağlamadım. Çünkü bir an bile unutmadım.
Çok gerçekti, inanılacak kadar gerçek.
Bir hafta sonra gördüm onu. Köy yolunda. Arabanın ön yolcu koltuğunda oturuyordu. Şapka vardı başında. ..
Sevmiyorum ben şapkaları. Hep saklıyorlar…
Hiçbir şey yokmuş gibi konuştuk köy evinde. Herkes sıra sıra geldi babaannemin köydeki terk edilmiş evine. Onu görmek için… Üzülmesin diye sarılmadım bile. Sadece vedalaşırken elini tuttum. Hiç tutmadığım kadar uzun tuttum elini çaktırmadan.
İki kez daha gördüm onu. Birincisinde o idi. En azından ruh olarak.
İkincisinde yoktu sanki. Gidiyordu.
O günden sonra çalan her telefon acı çaldı sanki. En sonuncusu gerçekti…
Acil bir durumda kullanılabilecek bir telefondan aranıştım ve öylesine aramış gibi konuşuyordu karşımdaki. Beni hazırlıyordu anladım.
“Amcam” dedi.
“Çok hasta.” Diyen telefon gibi bu cümle de başka şeyi kastediyordu. ..
O gün öğlen uğurladık onu. Çok sevdiği babasının evinden. İki ay önce gelip oda oda son kez dolaştığı evin bir odasından çıkardılar onu omuzlar üstünde.
Söz bitti.
Hayriye