• SUZAN AVCI OLMAK

    10'luk yaş dilimlerimde hayatın bana öğrettiklerini düşündüm geçenlerde. Yaşadığım her 10 sene bana yaşamım için hayatî aşamalar kaydettirmiş. İlk 10 senemde öğrendiklerimle son 10 senemde öğrendiklerim arasındaki farkı şaşırtıcı, ürkütücü ve inanılmaz buluyorum. 0-10 yaş arasında öğrendiklerim daha temel ihtiyaçlarıma yönelik, daha basit, doğal olarak daha çocuksu ve ilerki yaşlarda oluşacak kadına dair ufakta olsa ipucu verecek cinsten. Aslında bulmacanın çözmeye başladığımız ilk bir kaç karesi gibi. Merak uyandırıcı! Dolayısıyla ben şimdiden Doğa'nın nasıl bir kadın olacağını az çok tahmin ediyorum. Eğer müthiş bir manevra ile değişime uğramazsa, korkarım ki zor bir kadın olacak, karşısında yer alacak erkekler için.

    Çocukken öğrendiğimiz tatlı aldatmacanın, 20'li ve 30'lu yaşlarda yalan olarak adlandırıldığını düşünürsek, hayatta öğrendiğimiz her şeyin yaşanılan döneme göre önemli olduğunu varsayabiliriz o zaman, gönül rahatlığı ile. Çocukken oyuna girebilmek için söylediğimiz ufak bir yalan, 20'li yaşlarda en iyi oğlanı kapmak için durum idare etmeye, 30'lu yaşlarda rahatımız için gerekliliğe, 40'lı yaşlarda ise entrikaya dönüştüğünü arsızca söyleyebilirim. Huzurla ve gülümseyerek itiraf, hatta ilan edebilirim ki, daha entrikacı bir kadın oldum son yıllarımda. Üstelik bu kadın tipide yakıştı bana. Kendimden bile korkuyorum bazı durumlarda. Ama benim entrikalarım öyle Türk filmi kıvamında, Suzan Avcı ayarında değil. Daha basit, daha yalın hatta yavan kalıyor bazı anlarda. Ama geçen yıllar, beni bu alanda biliyorum ki ustalaştıracak. Suzan Avcı gibi, elimde içki kadehi ve en kötü kahkahamla kimbilir neler yapacağım ilerde!

    0-10 yaş arasında hayata dair bellediğim temel öğretilerim, aslında bakıldığında her çocuğun öğrendiği şeylerden öteye gitmiyor. Konuşmayı, yürümeyi, karın doyurmayı filan saymıyorum. Bunu kediler köpeklerde yapıyor artık! Bu ilk öğrenme dilimim ki, ben bu anlatacağım dilimleri 1. çocukluk, 2. gençlik, 3. annelik/eşlik, 4. kadınlık olarak ayırıyorum. Sanırım böyle anlatmak çok daha akılda kalıcı ve kolay olacak. Çocukluk dönemimde öyle çokta cengaver bir çocuk değildim ama salakta sayılmazdım. Sadece hakkını gerektiğinde savunan ama sosyal anlamda çok belirgin bir çocuk değildim. Hatırlıyorum da saçlarım daima kısaydı. Tıpkı erkek çocukları gibi. Anılarımın bir yerinde berber Nuri diye biri var. Bizi sandalyenin kollarının arasına koyduğu bir tahtanın üzerine oturtur, üzerimize de kocaman bir çarşaf gerer sonra da beni erkek çocukları gibi tıraş ederdi. İşte bu dönem sanırım 5-6 yaşındayım. Saçlarımın kısalığından utanmayı öğrendiğim dönem bu. Saçım kısa, kulaklarım ise kocamandı. Kulaklarımı saklamak için yaptığım çabaları anımsıyorumda, içim sıkılıyor. Şimdiyse eskiye inat, açıyorum kocaman fil kulaklarımı. Eski günlerin hıncını alıyorum sanırım. En eski anımsa, küçük kardeşim Ebru'nun doğduğu gündür. Annem çok üzgündü. Ablamla ben annemin yattığı odaya girdik. Annem bize gülümseyemeyecek kadar yorgun ve üçüncü kızını doğurmanın verdiği üzüntüyle keyifsizdi. Evde birşeylerin ters gittiğini farkettiğim ve erkek olmanın daha önemi olduğunu öğrendiğim/sandığım gün de tam o gündü.

    Aslında beni en çok ilgilendiren dönem 30-40 arasındaki en çetrefilli, en egosantrik dönemim. Kendimi bulduğum, tüm katmanlarımın yerine sapasağlam ve sarsılmaz bir güçle oturduğu, hayatı sallamayı, takmamayı öğrendiğim süreç. Belkide en mutlu olduğum zaman bu. Çünkü bu dönemde anne olmuşum, daha iyi bir eş olmuşum, daha akıllı bir kadına dönüşmüşüm bana göre.

    20'ye başlayan dönemlerim tatlı ve keyifli yalanlarla bezelidir. Hani evden kaçmak için babamıza uydurduğumuz masum yalanlardan. Salondaki saati durdurup akşam eve girince yeniden ayarlamak ya da "ablama gidiyorum" deyipte köşebaşında erkek arkadaşınla buluşmak gibisinden yalanlar. Elma ieşeri kıvamında yalanlar. Yani öyle korkutucu, ürkütücü cinsten değil anlayacağınız. Erkekleri tanımaya başladığım, aynı anda pek çok kişi tarafından beğenilmenin şımarıklığını hissettiğim, vücudunu tanımaya, sevmeye, sahiplenmeye başladığın dönemler bunlar. Sanırım ilk öpüşmemi bu dönemin en başlarında yaptım. Salakça ve utandırıcıydı. Hatırlamak dahi istemediğim çok beceriksizce bir öpüşmeydi. Bu dönemin ortalarında ise dünyanın en güzel şeyini yani sevişmeyi öğrendim. Öğrendim derken evet sadece öğrendim, tadına vardım. Ama ustalaşmam bir sonraki döneme kaldı! Flörtün keyfine vardım, terkedildim, terkedenin ardından litrelerce gözyaşı döktüm. Sanırım ona aşk acısı deniliyor ki, onuda bu dönemde öğrendim. Herkes mutlaka terkeden sevgilinin ardından kıvranmanın, bir daha hayata dair umutları olmayacağına konusunda aptalca duygularını yaşamalı bana göre. Şimdi o günleri çook özlüyorum. Bu dönemde bana şiirler yazıldı, diz çökülüp evlenme teklifleri aldım. Hayatımın en inişi çıkışlı, en renkli ve de en grift duyguların/yaşanmışlıkların olduğu yıllar bunlar.

    Annelik/eşlik evrem, huzurlu bir göl kenarı gibi sakin, baharın çiçek açtığı güneşli bir gün gibi aydınlık. Sığınak gibi bir dönem. Aslında fiziksel olarak yorucu, ruh olarak son derece rahat dönemlerim. Çocuk sahibi olmuşum deli gibi yorgunum, daha uysal bir kadın/eş olmuşum daha ne olsun. Bu evrem sıradan heyecanlarla dolu. Tipik taze annelik yorgunluğu içerisindeyim. Sanıyorum ki dünyanın en önemli görevini ben yapıyorum. Sanki dünyaya çocuk getiren tek ama tek kadın benim! Neyse bu geçici salaklığımın farkına varıp, kendi halinda bir kadın olarak yaşayıp gidiyorum. Bir çocuğu büyütmek/doyurmak/öğretmek için kodlanmışım. Hayat monoton devam ediyor. Bu dönem dediğim gibi en stabil evrem.

    İşte en sevdiğim dönemdeyim, kendimi bulduğum, kendime döndüğüm kendimi sevdiğim, ben olduğum zamandayım. Herşeyi "ben" istediğim için, "benim istediğim" şekilde yapıyorum. Hayaller, fantaziler, entrikalar, daha neler neler...

    Bana göre kadının en dorukta, en üretken olduğu dönem bu süreç. Sevişmeyi bilen biri olmuşum ve iyi sevişen biri ile bunun keyfini an be an çıkaran dönemlerim bunlar. Hislerim güçlenmiş. Kendimi daha kolay ifade edebilme yetenekleri ile donatılmışım. Sevenlerimi ve sevmeyenlerimi ilk görüşte anlayabilme yeteneğim günışığına çıkıvermiş. Sahip olduklarıma sımsıkı sarılmış, keyfimin etrafında dolananları, beni üzme olasılığı olanları, yok edecek kadar palazlanıp efelendiğim dönemler. Şimdi bu dönemi yaşıyorum. Ne istersen onu yapıyor, istemediklerimi ise "yapmayacağım" diyebilecek kadar cesurlaştığım zamanlarım.

    Kafamdaki hiç bir şeyi kurgulamadan uluorta ortaya döken, gerektiğinde kırıp darmaduman edip, arada bir acılar çeken, korkamadan/utanmadan ağlayabilen, sevdiğini dile getirip baka baka itiraf eden, sevmediğine korkusuzca kıçına dönen bir kadınım. Yavaş yavaş öngörüleri oluşan, önsezileri kuvvetlenen, beğenileri artan bir kadına dönüştüm. Şöyle kenara çekilip gözucuyla süzüyorum arada bir kendimi, hoşnutluğum arsızca yayılıyor yanaklarma. Tabiki gelgitlerim oluyor, devre dışı kalıyor ve arada çatırdıyorum biryerlerimden ama buda tamir edilemez durumlara sebep olmuyor. Ne mutlu bana!

    Ben erkek olsaydım eğer, benim gibi bir kadınım olsun isterdim. Deli dolu, huysuz, kurnaz, eğlenceli, her anlamda iştahlı bir kadın... Anneliğim içinse, kendinden emin küstah tavrımı takınamayacağım ne yazıkki. Annelik dürtülerim daha o kadar sağlam değilmiş gibi. Arada bir küçük ölçekli sarsıntılarla alt üst oluyor ve etrafımı üzüyor olsam da zaman içersinde bununda sağlamlaşacağını biliyorum. Çünkü annemin ne kadar sağlam bir anne olduğu düşünülürse onun gibi olmamın kaçınılmaz olacağını biliyorum ben. Bu yüzden huzurluyum kendi adıma. Belki daha tutkulu ya da hırslı bir anne olursam, daha mı iyi olurum? Onada çok emin değilim.

    Ben böyle olduğunu sanırken, kızımın anneliğimden memnun olduğunu, kocamın eşliğimden çokta memnun olmadığı gerçeğine varıyorum.

    Bu da vazgeçirmiyor beni.

    Birilerinin istediği gibi biri değilde, kendimin istediği biri olmayı seviyorum ben. Ha, burnunun dikine gittin de şimdiye dek, ne kazandın derseniz, çok canım yandı derim. Çok pişman oldum derim. Çok üzüldüm derim. Çok ağladım derim. Çok yanlışa düştüm derim. Diyecek o kadar çok şeyim varki... en iyisi ben hiç bir şey demeyim.

    Demet Eşrefoğlu Vardar
    Kasım 2008
    İstanbul
 
 

Bu site Lidya.Net tarafından hazırlanmış ve yayınlanmaktadır © 1998-2012. Bu sitede yayınlanan yazılar, kaynak ve yazarı belirtilmek kaydıyla kullanılabilir.
İçerik sağlayıcı paylaşım sitesi olarak hizmet veren AnneCocuk.com adresimizde 5651 Sayılı Kanun'un 8. Maddesine ve T.C.K' nın 125. Maddesine göre TÜM ÜYELERİMİZ yaptıkları paylaşımlardan ve yazdıkları yazılardan kendileri sorumludur.
AnneCocuk.com ile ilgili yapılacak tüm hukuksal şikayetler iletişim linkinden iletişime geçildikten sonra en geç 2 (iki) gün içerisinde ilgili kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde tarafımızca incelenerek, gereken işlemler yapılacak ve size geri dönüş yapılacaktır.